Okuma Süresi: 7 Dakika

Etkili Başvuru Hakkının İhlali Nedir?

Yazarlar: KERİM KOCAMAN, GAYE VUSLAT ÜSTÜN, PINAR GÜZEL, MELİSA DURU, SEZAİ ÖZKAMALI
Etkili Başvuru Hakkının İhlali Nedir?

Etkili Başvuru Hakkı Nedir?

Etkili Başvuru Hakkı, hak ve özgürlükleri ihlal edildiğini iddia eden herkesin, ihlal fiili resmi görev yapan kimseler tarafından bu sıfatlarına dayanılarak yapılmış da olsa, ulusal bir makama etkili bir başvuru yapabilme hakkına sahip olmasını ifade etmektedir.

Etkili Başvuru Hakkının İhlali

Yukarıda izah edildiği üzere hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiğini iddia eden kişilerin, ihlali gidermek için başvurmuş oldukları ulusal makamlarda yeterli bir inceleme yapılamadan, ihlal edildiğini iddia ettikleri olay ve durumların Ulusal Makamlar tarafından irdelenerek incelenmemesi, nitelikli bir değerlendirme yapılamadan karar verilmesi olarak ifade edilebilir.

Malikler Kurulu Kararının Yargısal Denetimi

Anayasa Mahkemesi’ne Mülkiyet Hakkının İhlali İddiasıyla Yapılan Başvuru

(Başvuru Numarası:2018/1567)

Başvurucular, Hanife Yıldız TORUM ve Nimet Filiz SEVEN kentsel dönüşüm uygulamasının kötüye kullanılarak mülkiyet haklarının ihlal edildiği, bina üzerindeki diğer paydaşlar tarafından planlanan, binanın yıkımı sonrası yapılacak taşınmazın paylaşım yönteminin hakkaniyetsiz olduğu ayrıca taşınmaz üzerinde sahip oldukları hisselerin değerinin idarece düşük belirlendiği yönündeki bilirkişi raporlarını mahkemeye sunmalarına rağmen mahkeme tarafından dikkate alınmamasının adil yargılanma hakkının ihlaline sebep olduğu iddialarıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Verilen kararda 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun ve bu kanunun uygulanmasıyla ilgili önemli tespitlere yer verilmiştir.

Başvuruya Konu Olayın Özeti

İstanbul’da Erenköy Mahallesi Bağdat Caddesi üzerindeki binanın, 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun kapsamında “riskli yapı” şeklinde tespit edildiği belirlenmiş ve “Kentsel Dönüşüm” çerçevesinde de yenilenmesi öngörülmüştür.

İmza için gerekli üçte iki çoğunluğa sahip hissedarlar, malikler kurulu toplantısından önce başvurucularla müzakere edilmeden noterde kat karşılığı inşaat sözleşmesini imzalamışlardır. Sonrasında yapılan toplantıda ise planlanan yeni paylaşıma göre başvuranların söz konusu önceki binada sahip olduğu dört işyeri ve bir dairenin karşılığı olarak kot seviyesinde iki dairenin verilmesi planlanmıştır.

Toplantıda bulunan başvurucular bu karara katılmamışlar ve imzalanan kat karşılığı inşaat sözleşmesine rıza göstermemişlerdir. Bunun üzerine diğer paydaşlar, 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun‘un 6. maddesi tarafından sağlanan fırsata dayanarak Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü’ne müracaat etmişler ve başvurucuların hisselerinin idare tarafından satılması isteminde bulunmuşlardır. İdare tarafından başvurucuların hisselerini toplam değeri, sonradan alınan bilirkişi raporlarına göre de daha düşük bir miktar olarak belirlenmiş ve açık artırmayla satılması kararlaştırılmıştır.

Bunun üzerine başvurucular, söz konusu toplantıda verilen kararın iptalini ve sözleşmenin düzeltilmesini sağlama amacıyla Asliye Hukuk Mahkemesine başvurmuşlardır. Başvurucular, maliklerin üçte iki çoğunluğunun kararının belirleyici olmasının mülkiyet hakkını ölçüsüz kısıtladığını ve dört işyeri ile bir daireye karşılık yeni planda bodrum katta iki daire verilmesinin hakkaniyetli olmadığını savunmuştur.

Ayrıca, kat karşılığı inşaat sözleşmesinin, yapılan toplantıdan önce zaten imzalanmış olduğunu bu sebeple müzakere sürecine katılamadıklarını belirtmişlerdir. Bunun üzerine Asliye Hukuk Mahkemesi 6306 sayılı Kanun hükümleri gereği başvurucuların paylarının açık artırma ile paydaşlara satılma tehlikesinden dolayı ihtiyati tedbir kararı vererek öncelikli olarak idarenin satışa ilişkin işlemi durdurulup ihale iptal edilmişken davalıların, kararın kaldırılması talebi üzerine mahkeme görüş değiştirerek taşınmaz üzerinde bulunan binanın yıkılmış olduğuna vurgu yaparak ihtiyati tedbir kararı verilmesini gerektirecek şekilde gecikmesinde zarar oluşacak bir durumun söz konusu olmadığı sonucuna ulaşmıştır ve davalılar tarafından teminat yatırılması karşılığında ihtiyati tedbirin kaldırılmasına hükmetmiştir.

İhtiyati tedbir kararının kaldırılmasının ardından idare, yapılacak satış işleminin tarihini belirlemiş ve başvurucuların hisseleri açık artırma yoluyla satılmasına karar vermiştir. Bunun üzerine başvurucular İstanbul 2. İdare Mahkemesi’ne başvurmuştur. İdare mahkemesi de idarenin savunması alınana kadar satış işleminin yürütmesinin durdurulmasına karar vermiştir. Bunun üzerine ikinci satış işlemi de iptal edilmiştir. Mahkemenin ilerleyen safhasında idare mahkemesi satış işlemini için yürütmeyi durdurma talebini reddetmiştir. Bunun üzerine açık artırma ile yapılan ihale sonucunda, hisseleri söz konusu taşınmaz üzerindeki diğer paydaşlardan A. Y’ye satılmış olup, satış bedeli de başvuruculara ödemiştir.

Asliye Hukuk Mahkemesi başvurucuların hisselerinin satılması sonucu arsa payları kalmadığı için davanın konusuz kalması nedeniyle karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucular bu kararı istinaf etmiş fakat üst mahkemeden de satış işlemi idare tarafından iptal edilmedikçe üzerinde tartışılabilir bir mülkün varlığından söz edilemeyeceğinden bahisle davanın konusuz gerçekten de konusuz kaldığını, bu sebeple de Asliye Hukuk Mahkemesi’nin kararının yerinde olduğunu belirterek başvurucuların istinaf taleplerini reddetmiştir.

Başvurucular, bunun üzerine hisselerin satılmasına ilişkin kararın iptali istemiyle İstanbul 4. İdare Mahkemesi’ne başvurmuş, davalı konumundaki idare, cevap dilekçesinde hissedarların anlaşamaması durumunda çoğunluk kararına katılmayan hissedarların hisselerinin diğer paydaşların talebiyle açık artırma ile satılmasının, 6306 sayılı Kanun’un 6.maddesi gereği kanuni bir zorunluluk olduğunu belirtmiştir. İdare mahkemesi yapmış olduğu inceleme de paylaşım planının hukukiliğini incelememiş yalnızca başvuranların sahip olduğu 16/100 oranındaki hisse değerinin yeni planda da değişmediği üzerinden değerlendirme yapmış ve karara katılmayan başvurucuların hisselerinin satılmasında hukuka aykırılık olmadığına karar vermiştir.

Başvurucular idarenin yaptığı hisse değer tespitine ve hisselerin satışı ihalesinin iptali istemiyle dava açmıştır. Benzer bir davada başvurulan bilirkişi raporunu mahkemeye sunmuş ve metrekare biriminin idarenin tespit etmiş olduğu değerden daha fazla olması gerektiğini savunmuştur. Mahkeme bu taleplere karşılık satış kararına karşı açılan davayı öne sürerek o davanın reddinin ihale işleminin iptali isteminin de reddi olarak anlaşılması gerektiğini söylemiştir.

Değer tespiti işleminin ise adli yargının konusuna girdiğini söyleyerek incelemeye yapmaktan imtina etmiştir. Başvurucular bu karara karşı “satış kararı ve ihale işlemini sonuçları bakımından bağımsız ve farklıdır dolayısıyla ayrı ayrı karar verilmelidir” şeklinde gerekçe belirterek adil bir paylaşım yapılıp yapılmadığı hususunun teknik bir konu olduğunu, İdare Mahkemesinin bilirkişi incelemesi yaparak doğru bir hisse bedelinin tespiti yapması ve akabinde bu minvalde karar vermesi gerektiğini belirtmişse de üst mahkeme tarafından da paylaşım planının hukukiliği incelenmeden istinaf başvurusu reddedilmiştir.

Anayasa Mahkemesi’nin Etkili Başvuru ve Mülkiyet Hakkı İhlali Hakkındaki Değerlendirmeleri

Başvurucular yukarıda izah edilen silsileler ile hukuki yollarda çözüm aramışsa da istediklerine ulaşamamış olup son çare olarak her bir kesinleşen kararlar akabinde haklarının ihlal edildiğine yönelik olarak Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru da bulunulmuş ve Anayasa Mahkemesi ayrı ayrı başvuruların birleştirilerek incelenmesine karar vererek öncelikle etkili başvuru hakkının ihlali yönünden değerlendirme yaparak; Asliye Mahkemesinin, binanın yıkılmış olması gerekçesiyle hisselerin satılması işleminin durdurulmasına yönelik tedbir kararını kaldırmasının, başvuranların hisselerinin rızası dışında satılmasına sebep olduğunu belirtmiştir.

Binanın yıkılmış olmasının, başvurucuların hissesinin 6306 sayılı kanun kapsamında idare tarafından satılması riskini ortadan kaldırmadığını ve binanın zaten ihtiyati tedbir kararı verildiği tarihte de yıkılmış halde olduğunu belirtmiştir. Başvurucuların şikayetinin binanın yıkılması yönünde değil paylaşım yönteminin hakkaniyetsizliğiyle ilgili olduğuna değinmiştir. Dolayısıyla Malikler Kurulu toplantısında verilen paylaşım planına ilişkin kararın haklılığının, binanın yıkılmış olması ile ilgisiz bir mesele olduğu ve bu sebebe dayanarak tedbir kararının geri alınmasının yerinde olmadığı belirtilmiştir.

Sonuç olarak, başvurucular mülkiyet haklarını yitirmeden önce Malikler Kurulu kararının hukukiliğine ilişkin şikayetlerini denetlettirememişler ve etkili başvuru hakkı, Asliye Hukuk Mahkemesi’nin bu uygulaması sebebiyle ihlal edildiği sonucuna varmıştır.

Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden yapılan değerlendirmede; Öncelikle idarenin görüşü alınmış, ileri sürülen iddialarla ilgili Çevre ve Şehircilik BakanlığıBaşvurucuların hisselerinin bulunduğu taşınmazın 6306 sayılı Kanun’daki kısıtlamalara tabi tutulmasının kanuni dayanağı ve meşru amacı vardır. Çoğunluk kararına katılmayan azınlığın hisselerinin İdare tarafından satılması 6306 sayılı Kanun’da öngörülen amaca ulaşılabilmesi için gereklidir. Yüklendikleri külfet, hisselerinin bedeli başvuruculara ödenmek suretiyle hafifletilmiştir. Derece mahkemelerinin değerlendirmeleri keyfîlik ve bariz takdir hatası içermemektedir.” şeklinde görüş bildirmiştir.

Anayasa Mahkemesi, başvurucuların hisselerinin kendi rızaları dışında satılmasının mülkiyet hakkına müdahale niteliği taşıdığını ve bu müdahalenin Anayasanın 13. maddesi gereği ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı belirtmiştir. Malikler Kurulunun taşınmazın paylaşılması biçimini belirleyen kararının tarafların menfaatine uygun ve hakkaniyetli olmasının mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçülülük şartlarından olduğu belirtilmiştir.

Riskli yapıların bulunduğu alanların yenilenmesinin ve iyileştirilmesinin mal ve can güvenliği yönünden sağladığı kamusal menfaat gözetildiğinde üçte iki çoğunluktaki paydaşların kararına katılmayan paydaşların hisselerinin satılmasının kamu makamlarının takdir yetkisi dahilinde olduğu sonucuna varılmıştır.

Ancak, idarenin bu takdir yetkisini keyfi biçimde kullanamayacağı da vurgulanmıştır. Bu bakımdan hissedarların yeterli bir müzakere sonucu satış kararına varmış olması ve bu kararın azınlıkta kalan hissedarların menfaatlerini açık bir biçimde zedelememesi gerekmektedir. Taşınmazın eski durumuna kıyasla açık dengesizlikler içeren bir projeyi kabul etmeye zorlayan bir karara katılmamış olmaları hisselerinin satışı gibi ağır bir müdahaleyi haklılaştırmamaktadır denilerek baskı aracı olarak kullanılan üçte iki kuralı ve üçte ikinin dışında kalan paydaşların payının satışına dair düzenlemenin yanlışlığı vurgulanmıştır.

Hisselerin değer takdirine yönelik itirazların incelenmeden karara bağlanması, hisselerin iradeleri dışında satılarak mülkiyet hakkına yönelik dengesiz bir müdahale sonucunu doğurmuştur. Bu sebeple de mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin orantılı olmadığı kanaatine ulaşılmıştır.

Anayasa Mahkemesi konuyla ilgili netice olarak; Anayasa’nın 40. maddesinde düzenlenen etkili başvuru hakkının ve Anayasa’nın 35.maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vererek mülkiyet hakkına yalnızca kanunla bir sınırlama getirilebileceğini göre temel hak ve özgürlüklere getirilen bu kısıtlamalar hakkın özüne dokunmaması ve ölçülü olması gerektiğini ifade etmiştir.

Anayasa Mahkemesi eski yapının riskli ilan edilip yıkılması kararını, muhtemel can ve mal kayıplarının önlenmesi amacına hizmet ve etmesi ve kanundan kaynaklanması sebebiyle meşru bulmuştur. Başvurucuların hisselerinin satılması kararının son çare olarak verilmesi gerektiğini belirten Yüksek Mahkeme, devamında satış kararını incelemiştir.

Hisse sahiplerinin üçte iki çoğunluğunun kararının, karara katılmayan hissedarların hisselerinin satışı konusunda kamu makamına yetki vermesi kanundan kaynaklandığını, nitekim idarenin bu yetkiyi keyfi olarak kullanamayacağını, malikler kurulu kararına katılmayan hissedarların menfaatlerinin açık biçimde zedelenemeyeceği, yapılan müdahalenin gerekli olup olmadığının yargılama yoluyla incelenmesinin Hukuk Devleti olmanın gereklerinden olduğunu, malikler kurulu kararının hiçbir yargı mercii tarafından incelenmediği tespit eden ifadelere yer vermiştir.

Anayasa Mahkemesi, yargı yoluyla incelemenin yapılması ve değerlemenin tarafların menfaatlerine uygun olduğu kararının verilmesinin müdahalenin meşruluğu açısından zorunluluk arz ettiğini, karara katılmayanların hisselerinin satılmasının çok ağır bir külfet olduğunu, bu külfetin hisse bedelinin ödenmesi ile telafi edilmek istendiği, ağır külfetin telafisi olarak belirlenecek hisse bedelinin doğru tespit edilmesinin bu husus bakımından asli unsur olduğunu ifade etmiştir.

Anayasa Mahkemesi, başvurucuların ihalenin iptalini isteme sebebinin belirlenen hisse değerini düşük bulmaları olduğunu ifade ederek çözüme kavuşturulması gereken asıl meselenin de hisse bedelinin doğru tespit edilip edilmediğinin incelenmesi gerektiğini ifade etmektedir. İdare Mahkemesinin, satış işleminin hukuka uygun olmasının ihalenin de hukuka uygun olması anlamına geldiği yönündeki kararını, işlemin hukuki denetiminin eksik yapılması riskini oluşturması yönünden eleştirmiştir.

Bunlar ışığında, hisse değerinin belirlenmesine dair itirazlar çözüme kavuşturulmadan satışın yapılması, mülkiyet hakkının sınırlanması işleminin dengelenmesi için konulan hisse bedelinin ödenmesi işlemini etkisiz kılmıştır. Bu sebepten mülkiyet hakkına getirilen sınırlama orantısızdır.

Anayasa Mahkemesi incelenen başvuruda, Asliye Hukuk Mahkemesince ihtiyati tedbir kararının kaldırılması sebebiyle başvurucuların -hisselerinin mülkiyetini yitirmeden önce- Malikler Kurulu kararının hukukiliğine ilişkin şikayetlerini denetlettirme imkanından mahrum bırakılması nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği sonucuna, dolayısıyla da mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkı ihlalinin Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından verilen karar sebebiyle olduğunu, ihlalin tedbire ilişkin karardan kaynaklanması sebebiyle de etkili başvuru hakkıyla bağlantılı olarak mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden Asliye Hukuk Mahkemesi’nde yargılama yapılmasında hukuki yarar görmemiş olup Asliye Hukuk Mahkemesi’nde yeniden yargılama yapılarak ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılamayacağını belirtmiştir.

Anayasa Mahkemesi, işbu ihlallerin tespit edilmesinin başvurucuların uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağını, dolayısıyla eski hale getire kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırabilmesi için etkili başvuru hakkıyla bağlantılı olarak mülkiyet hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararların karşılığı olarak başvuruculara net 17.500 TL manevi tazminatın müştereken ödenmesi gerektiğine, mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğuna, ihlalin sonuçlarını ortadan kaldırabilecek mercii olarak İdare Mahkemesi’ni belirlediklerine, bu kapsamda yapılacak olanın yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesi’nce ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesi gerektiğine, işbu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 4. İdare Mahkemesi’ne gönderilmesine dair karar vermiştir.

Anayasa Mahkemesi’nin 10/02/2022 Tarihli Kararının Uygulamaya Etkisi

Anayasa Mahkemesi’ne yapılan riskli yapı kapsamında olması sebebiyle yıktırılan taşınmazın yeni paylaşım yöntemlerinin belirlenmesine ilişkin Başvuru neticesiyle tespit edilen; malikler kurulu kararının hukukiliğinin incelenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının, malikler kurulu kararına rıza göstermeyen paydaşın hissesinin kamu otoritelerince satılması ve satış bedelinin düşük olması sebebiyle de mülkiyet hakkının, etkili başvuru hakkının, Anayasa m. 35,40 ve Anayasa İçtüzüğünün 79. maddesinin, Anayasa’nın 13. maddesinin ihlali sebebiyle kabul edilebilir olduğuna dair verilen karar gereğince, uygulamada sorunlu işleyen bu düzenlemenin uygulanmasının Yüksek Mahkemece tespit edilmiş olması; yargılama faaliyetleri sırasında somut olaydaki gibi Riskli Yapıların Yıkımına ilişkin hakimlerin alışılagelmiş usul ve esasa ilişkin kararlarında değişime gidileceğini, Gayrimenkul Hukukunda yeni bir dönem ve bu yeni dönemde yeni yöntemlere geçileceğinin habercisi olacaktır.


İlginizi Çekebilir: Kat İrtifakı ve Kat Mülkiyeti.