Okuma Süresi: 10 Dakika

Araca El Konulması ve Ceza Davası Sürecine Dair Anayasa Mahkemesi Kararı

Yazar: BURCU DURSUN
Araca El Konulması ve Ceza Davası Sürecine Dair Anayasa Mahkemesi Kararı

Başvurucu yolcu otobüsünü 11.07.2007 tarihinde M.B. Finansal Kiralama T.A.Ş.den “finansal kiralama” yoluyla kiralamıştır. Başvurucu, bu otobüsü 08.04.2008 tarihinde Ö.O. Turizm Ltd. Şti.ne kiralamıştır. Kira sözleşmesi kapsamında aylık belirli bir meblağın ödenmesi karşılığında söz konusu otobüs, adı geçen şirketin kullanımına bırakılmıştır. Bu irket de otobüsü uluslararası yolcu taşıma işinde kullanmıştır.

1. Araca El Konulması ve Ceza Davası Süreci

Yolcu taşımacılığı faaliyeti kapsamında kullanılan otobüs 28.04.2009 tarihinde Bulgaristan’dan Türkiye’ye giriş yapmak üzere yirmi bir yolcusuyla Edirne Kapıkule Gümrük Sahasına gelmiş ve gümrükte yapılan arama neticesinde otobüsün orta kapısı altında merdiven basamağına denk gelen yerde özel olarak sonradan yapıldığı anlaşılan küçük bir bölme içinde 507.350,00 euro, 80.000,00 ABD dolan ve 2.277,00 gram hurda altın tespit edilmiş olup, bu döviz ve altınlar ile otobüse el konulmuştur. Edirne Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine Edirne 2. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 29.04.2009 tarihli kararıyla el koyma işleminin onaylanmasına karar verilmiştir.

Cumhuriyet Başsavcılığınca, el konulan dövizler ile ilgili soruşturma tefrik edilerek ayrılmış; otobüste bulunan altınların ithaliyle ilgili düzenlenen 07.05.2009 tarihli iddianame ile aracın şoförleri K.K., B.B. ve K.A.nın eşyayı gümrük işlemlerine tabi tutmaksızın ithal etmek suçundan 21.03.2007 tarihli ve 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu’nun 3. maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesi ile 4. maddesinin ikinci fıkrası hükümleri uyarınca ayrı ayrı cezalandırılmalarına karar verilmesi kamu adına talep olunmuştur. İddianamede ayrıca Ö.O. Turizm Ltd. Şti. malen sorumlu olarak gösterilmiş ve el konulan otobüsün suçta kullanıldığı gerekçesiyle 26.09.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 54. maddesi uyarınca müsaderesine karar verilmesi talep edilmiştir.

Edirne 1. Asliye Ceza Mahkemesince (Mahkeme) iddianamenin kabulü ile görülmeye başlanan yargılama sırasında malen sorumlu sıfatıyla başvurucu da duruşmaya çağrılmış, başvurucu 03.06.2009 tarihli ilk oturumda avukatı ile birlikte beyanlarda bulunmuştur. Başvurucu, bu otobüsü finansal kiralama sözleşmesi kapsamında zilyedi olduğunu ve Ö.O. Turizm Ltd. Şti.ne kiraladığını ve bu otobüsün uluslararası yolcu taşıma işinde kullanıldığını bildiğini ancak kaçakçılıkta kullanıldığını bilmediğini ifade etmiştir.

Başvurucu adına vekili 10.09.2009 tarihinde yapılan üçüncü oturumda, el konulan otobüsün yargılama sonuçlanıncaya kadar teminatsız olarak iade edilmesini talep etmiştir. Mahkeme aynı oturumda araçta özel bir bölmenin bulunmasını gerekçe göstererek aracın -kasko değeri, bu değerin bulunmaması durumunda rayiç değeri üzerinden nakdi teminat veya banka teminat mektubunun yatırılması kaydıyla yargılama sonuna kadar olmak üzere iadesine karar vermiştir.

Mahkeme 03.12.2009 tarihinde sanıkların eşyayı gümrük işlemlerine tabi tutmaksızın ithal etme suçundan 5607 sayılı Kanun’un 3. maddesinin (1) numaralı fıkrası ile 4. maddesinin ikinci fıkrası hükümleri uyarınca ayrı ayrı 1 yıl 6 ay hapis cezası ve 10.940,00 TL adli para cezası ile cezalandırılmalarına karar vermiştir. Mahkeme aynca, el konulan altınların 5237 sayılı Kanun’un 54. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre müsaderesine karar vermiştir. Mahkeme, el konulan otobüsün ise nakilde kullanılmakla birlikte iyi niyetli üçüncü kişi konumunda kabul ettiği M.B. Finansal Kiralama T.A.Ş. ve finansal kiracısı başvurucuya ait olduğu gerekçesiyle müsaderesine yer olmadığına karar vermiştir. Ayrıca karar kesinleştiğinde otobüsün sahibine teslimine, teminatla iade edilmiş olması halinde teminatın iadesine, tasfiye işlemine tabi tutulmuş olması halinde ise tasfiye bedelinin karar kesinleştiğinde sahibine iadesine karar vermiştir.

Başvurucu, dosya Yargıtay’a gönderilmeden önce aracın teminatsız olarak iadesini talep etmiş; Mahkeme 31.12.2009 tarihinde bu talebi kısmen kabul etmiş ve otobüsün kasko değeri olan 364.131 TL teminat karşılığında ve trafik siciline -aracın devredilemeyeceğine dair şerh konulmak kaydıyla- teslimine karar vermiştir. Başvurucu 19.01.2010 tarihinde bu karara itiraz etmiş, Edirne 1. Ağır Ceza Mahkemesinin aynı tarihli kararıyla itirazın reddine karar verilmiştir.

Gümrük Müsteşarlığı, malen sorumlu sıfatıyla Ö.O. Turizm Ltd. Şti. ile Başvurucu kararı temyiz etmişlerdir. Yargıtay 7. Ceza Dairesinin 16.02.2011 tarihli ilamıyla başvurucunun temyiz istemi süre yönünden reddedilmiştir. Sanıklar K.K. ve B.B.nin temyiz itirazları yönünden ise bu sanıkların mahkumiyetlerine yeter somut bir delil bulunmadığından beraatlerine karar verilmesi gerektiği belirtilerek hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Sanık K.A. yönünden ise talebe rağmen 5237 sayılı Kanun’un 51., 52. ve 61. maddelerinin tartışılmaması, ayrıca kabule göre de yargılama giderlerinin ayrı ayrı yükletilmemesi nedenleriyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir.

Malen sorumlu sıfatıyla M.B. Finansal Kiralama T.A.Ş. adına vekili 26.04.2011 tarihinde aracın yargılama sonuçlanıncaya kadar olmak üzere teminatsız iade edilmesini talep etmiştir. Mahkeme ise 27.04.2011 tarihinde, kasko değeri olan 364.131 TL teminat karşılığında ve trafik siciline devredilemeyeceğine dair şerh konulmak kaydıyla sahibine otobüsün teslimine karar vermiştir.

Bozma ilamına uyan Mahkeme 16.06.2011 tarihinde sanıklar K.K. ve B.B.nin beraatlerine, sanık K.A.nın ise 5607 sayılı Kanun’un 3. maddesinin (l) numaralı fıkrasına göre 10 ay hapis ve 6.080 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına, hapis cezasının 5237 sayılı Kanun’un 51. madddesi uyarınca ertelenmesine karar vermiştir. Mahkeme, el konulan altınların 5237 sayılı Kanun’un 54. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca müsaderesine karar vermiştir. El konulan otobüsün ise 5607 sayılı Kanun’un 13. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) ve (b) bentleri ile 5237 sayılı Kanun’un 54. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümleri gereğince müsaderesine yer olmadığına karar vermiştir. Mahkeme, otobüsün mülkiyetinin M.B. Finansal Kiralama T.A.Ş.ye ait olduğunu, finansal kiracısının ise başvurucu olduğunu tespit etmiştir.

Mahkemeye göre malik Şirket ve finansal kiracı başvurucu, iyi niyetli üçüncü kişi konumundadır. Bu sebeple anılan kanun maddeleri gereğince otobüsün müsadere edilmesi mümkün bulunmamaktadır. Ayrıca otobüsün karar kesinleştiğinde iade edileceği belirtilmiştir.

Hüküm temyiz edilmeksizin 30.06.2011 tarihinde kesinleşmiştir.

Mahkeme 01.07.2011 tarihinde otobüsün karar gereği sahibine iade edilmesi için Edirne Gümrük ve Muhafaza Başmüdürlüğüne yazı gönderilmiştir. Otobüs, anılan karar ve yazı doğrultusunda gümrük makamlarınca 2011 yılı Temmuz ayında başvurucuya teslim edilmiştir.

2. Tazminat Davası Süreci

Başvurucu el koyma nedeniyle uğradığı zararların tazmini istemiyle 02.03.2012 tarihinde İstanbul Anadolu 2. Ağır Ceza Mahkemesinde Maliye Hazinesi aleyhine tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde, otobüse el konulduğu tarihten iade edilen tarihe kadar kazanç kaybı olarak 405.000 TL; yıpranma bedeli olarak 10.000 TL maddi tazminat ve 425.000 TL de manevi tazminat talebinde bulunulmuştur.

Mahkeme, hesap konusunda uzman bir bilirkişiden rapor aldırmıştır. 03.09.2012 tarihli hesap bilirkişisi raporunda, başvurucunun aracına el konulması nedeniyle uğradığı kazanç kaybının 221.003,99 TL olduğu belirtilmiştir.

Mahkeme 26.02.2013 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararda, otobüsün suçta kullanıldığı ve araçta orijinalinde bulunmayan gizli bir bölme oluşturulduğuna dikkat çekilmiştir. Mahkemeye göre 5607 sayılı Kanun’un 13. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kaçak eşyanın suçun işlenmesini kolaylaştıracak veya fiilin ortaya çıkmasını engelleyecek şekilde özel olarak hazırlanmış tertibat içinde saklanmış veya taşınmış olması el koymayı gerektirmektedir. Mahkeme, bu şekilde el konulan otobüsün aynı Kanun’un 10. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca ancak kasko değeri kadar teminat yatırılmak kaydıyla sahibine iade edilebileceğini belirtmiştir. Mahkeme sonuç olarak emredici nitelikteki anılan Kanun hükümleri dikkate alındığında el koyma işleminin hukuka uygun olduğu gerekçesiyle tazminata hükmedilemeyeceği kanaatine varmıştır.

Başvurucu, kararı temyiz etmiş; Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 16.05.2014 tarihli ilamıyla hükmün onanmasına karar verilmiştir. Onama ilamında da araçta özel bir gizli bölmenin mevcut olduğuna dikkat çekilerek dava konusu el koymanın haksız bir el koyma niteliğinde olmadığına vurgu yapılmıştır. Daire, bu aracın yargılama sırasında kasko değeri kadar teminat karşılığında ve trafik kaydına şerh konularak iadesine karar verildiğini de belirtmiştir. Ayrıca Daireye göre başvurucu, el koyma işlemi nedeniyle uğradığını iddia ettiği maddi ve manevi zararları, aracını kendisinden habersiz şekilde suçta kullanan kişilerden talep de edebilir. Onama ilamında, el koyma nedeniyle tazminata ilişkin 04.12.2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 141 maddesindeki koşulların oluşmadığı gerekçesiyle temyiz edilen hükümde bir isabetsizlik bulunmadığı belirtilmiştir.

Başvurucu 08.08.2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

Başvuru Sebepleri

Başvurucu, kiraladığı aracına gizli bölme yapılarak yurda hurda altın sokulmaya çalışıldığı gerekçesiyle ceza soruşturması sırasında araca el konulduğunu ancak aracın maliki olan kendisinin iyi niyetli üçüncü kişi konumunda olduğunun yargılama makamlarınca da kabul edildiğini ifade etmiştir. Başvurucu, yargılama sonunda da aracın müsadaresine karar verilmediğini belirtmiştir. Başvurucuya göre iyi niyetli üçüncü kişilere ait araçların müsaderesi 5237 sayılı Kanun’un 54. maddesinin birinci fıkrası uyarınca mümkün olmadığından yapılan el koyma işlemi hukuka aykırıdır. Başvurucu ayrıca bu tespitlere ve aracın kaydında devredilemeyeceğine dair şerh de konulmuş olmasına rağmen yargılama sırasında yediemin olarak dahi aracın teslim edilmediğinden yakınmıştır. Başvurucu, sonuç olarak el koyma işlemi nedeniyle aracını yaklaşık yirmi yedi aydır kullanamadığından kazanç kaybına uğradığını belirterek müllkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

Karar

Öncelikle Anayasa Mahkemesi, Başvurucu’nun kovuşturma sırasında Edirne 1. Asliye Ceza Mahkemesinde görülen yargılamaya katılma olanağı bulunduğunu ve ilk oturumda avukatı ile birlikte beyanlarda bulunduğunu, savunma ve itirazlarını sunabildiğini ve yargılama sırasında çok defa aracın iadesini talep edebildiğini, Mahkeme’nin de bu talepleri teminat karşılığında kabul ettiğini belirterek, mülkiyet hakkına el koyma suretiyle yapılan müdahaleye karşı başvurucunun etkin bir biçimde itiraz edebilme olanağı bulunduğu sonucuna varmıştır.

İkinci olarak; Anayasa Mahkemesi mülkiyet hakkının ihlali iddiasına konu otobüsün kaçakçılık suçunda kullanıldığının tespit edildiğini ve izinsiz olarak yurda sokulmaya çalışılan hurda altınların bu otobüsün içinde, sonradan oluşturulmuş gizli bir bölmede yakalandığının da belirlendiğini vurgulamıştır.

Anayasa Mahkemesi, Başvurucunun temel şikayetinin, kendisinin iyi niyetli üçüncü kişi konumunda olması nedeniyle kanun gereği müsadere edilmesi mümkün olmamasına rağmen aracına el konularak yargılama boyunca bu aracın iade edilmemesine ilişkin olduğu sonucuna varmıştır.

Bu hususta Anayasa Mahkemesi;

“Gerçekten de araca el konulmasına neden olan eylemle ilgili olarak Başvurucu hakkında herhangi bir suç isnadında bulunulmamıştır. Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen iddianamede, aracı başvurucudan kiralayan Şirket malen sorumlu olarak gösterilmiş ve aracın şoförleri hakkında cezalandırma talebinde bulunulmuştur. Mahkeme de başvurucuyu malen sorumlu sıfatıyla yargılamaya dahil etmiş ve yargılama neticesinde yalnızca bu şoförlerden birinin mahkumiyetine karar vermiştir. Başvurucu, yargılama sırasında finansal kiracısı olduğu otobüsü bir şirkete kiraladığını ve bu kira sözleşmesi çerçevesinde otobüsün yolcu taşımacılığında kullanıldığını bildiğini ancak kaçakçılıkta kullanıldığını ise bilmediğini savunmuştur. Mahkeme de başvurucunun bu savunmasına itibar etmiş, gerek bozma ilamı öncesi verdiği 03.12.2009 tarihli gerekse de bozma ilamı sonrası 16.06.2011 tarihli kararlarında başvurucunun otobüsün finansal kiracısı olup somut olay bakımından iyi niyetli üçüncü kişi konumunda olduğunu kabul etmiştir. Başvurucunun açtığı tazminat davasında da derece mahkemeleri, mülk sahibi başvurucunun somut olay bakımından iyi niyetli üçüncü kişi durumunda olduğunu kabul etmiştir.

Bu tespitlere rağmen el konulan otobüs, ceza davasında başvurucuya iade edilmemiştir. Başvurucunun ve finansal kiralama Şirketinin iadeye ilişkin talepleri ise Edirne 1. Asliye Ceza Mahkemesince aracın kasko değeri kadar teminatın yatırılması şartına bağlanmıştır. Mahkeme, bu işlemi 5607 sayılı Kanun’un 10. maddesinin (2) numaralı fıkrasına dayandırmıştır. Anılan Kanun’un 10. maddesinin (I) numaralı fıkrası ile 5271 sayılı Kanun’un 128. maddesinin (4) numaralı fıkrası hükümlerine göre el koyma, kural olarak aracın siciline şerh verilmek suretiyle yapılabilir. Bununla birlikte 5607 sayılı Kanun’un 10. maddesinin (2) numaralı fıkrasında belirli durumlarda el konulan aracın alıkonulabilmesine de olanak tanınmıştır. Böyle bir durum ise üç koşuldan birinin gerçekleşmesine bağlanmıştır. Bunlardan ilki, aracın anılan Kanun’un 13. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi kapsamında olmasıdır. İkincisi, aracın Türkiye’de sicile kayıtlı olmamasıdır. Üçüncüsü ise soruşturma veya kovuşturma devam ederken aracın yeniden suçta kullanılmasıdır. Öte yandan 5607 sayılı Kanun’un 10. maddesinin (2) numaralı fıkrasında bu durumlardan birinin gerçekleşmesi halinde mülk sahibine aracın değeri kadar teminat yatırılması için otuz günlük süre verileceği, aksi takdirde aracın derhal tasfiye edileceği düzenlenmiştir.

Somut olayda otobüsün içinde kaçakçılık suçunun gerçekleştirilmesini kolaylaştırmak ve gizlemek için özel bir bölme oluşturulduğundan söz konusu aracın bu Kanun’un 13. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi kapsamında olduğu tespit edilmiştir. Ancak 5237 sayılı Kanun’un 54. maddesinin (1) numaralı fıkrasında suçta kullanılsa dahi iyi niyetli üçüncü kişilere ait eşyaların müsadere edilmemesi öngörülmüştür. Olayda yargılama makamlarınca ceza soruşturması ve kovuşturması sırasında eşyanın sanıklar dışındaki üçüncü kişilere ait olduğu gözetilerek teminat yatırılması için eşya sahiplerine süre verilmesi ve otobüsün 5607 sayılı Kanun’un 10. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre tasfiye edilmesi yoluna gidilmemiştir. Bunun yerine aracın alıkonulmasına devam edilmiş, başvurucunun iade talebi ise teminat şartına bağlanmıştır.

Yukarıda da değinildiği üzere suçta kullanılan veya suça konu eşyalara el konulması; bu eşyaların yeniden suçta kullanılmalarının önüne geçilmesi, caydırıcılığın sağlanması ve muhtemel bir müsaderenin sonuçsuz kalmasını önlemek gibi amaçlar taşımaktadır. El koyma ve müsadere tedbirlerinin suçla mücadelede en etkili araçlardan biri olduğu ve kamu makamlarının bu alanda geniş bir takdir yetkilerinin mevcut olduğu da kuşkusuzdur. Bununla birlikte kamu makamlarının söz konusu tedbirleri alırken kişilerin mülkiyet haklarının korunmasını da gözetmeleri gerekmektedir. El koyma tedbirinin uygulanması, kişilerin geçici süreyle de olsa mülkünden yoksun bırakılması gibi ağır bir sonuca yol açmaktadır. Nitekim somut olayda başvurucunun otobüsüne yaklaşık 2 yıl 3 ay boyunca fiilen el konulmuştur. Finansal kiralama sözleşmesi çerçevesinde otobüs üzerinde her türlü faydayı elde etme hakkına sahip olan başvurucu, bu olay öncesinde otobüsünü kiralamak suretiyle ekonomik bir menfaat elde etmekte iken el koyma işlemi nedeniyle belirtilen süre boyunca bu menfaatten yoksun kalmıştır.

Sonradan iyi niyetli üçüncü kişilere ait olduğu anlaşılsa dahi özellikle suçta kullanılan veya suça konu eşyanın mülkiyetinin ihtilaflı olduğu durumlarda el koyma tedbirinin uygulanması ve bu tedbirin makul bir süre devam etmesi de anlaşılabilir bir durumdur. El koyma tedbirinin içerdiği kamu yararı amacı dikkate alındığında bazı durumlarda böyle bir tedbirin uygulanması gerekli de olabilir. Eşyanın suçta kullanılıp kullanılmadığı veya suça konu olup olmadığı, mülkiyetinin kime ait olduğu, malikin iyi niyetli üçüncü kişi olup olmadığı ve eşyanın müsaderesinin gerekip gerekmediği gibi hususların bütün açıklığıyla ortaya konması belirli bir süreç gerektirebilir. Böyle durumlarda başvurucunun açtığı tazminat davasında Yargıtayca belirtildiği üzere malikin eşyayı izinsiz kullanan maliklere dava açabilmesi yeterli de görülebilir. Ancak sanıklara karşı açılabilecek böyle bir tazminat davasının kamu makamlarının hatalı tutum ve işlemlerinden kaynaklanan sorumluluk hallerini kapsamadığı açıktır. Somut olay bakımından başvurucunun, müsadere gerekmediği halde kamu makamlarınca el koyma tedbirinin uygulandığından yakındığı gözetilmelidir.

Başvuru konusu olayda Edirne 1. Asliye Ceza Mahkemesi 03.12.2009 tarihli mahkumiyet hükmüyle suçta kullanılan otobüsün, iyi niyetli üçüncü kişiye ait olduğunu kabul etmiş ve bu otobüsün müsadere edilmesine yer olmadığına karar vermiştir. Yargıtay’ın 16.02.2011 tarihli bozma ilamından anlaşıldığı üzere bu karar müsadere yönünden yalnızca lehe temyiz edilmiş, Yargıtay da hükmün bu bölümünü bozma sebebi yapmamıştır. Dolayısıyla bu aracın suçta kullanılmakla birlikte iyi niyetli üçüncü kişi konumundaki finansal kiralama Şirketi ile finansal kiracı sıfatıyla başvurucuya ait olduğu en azından belirtilen ilk hüküm tarihi itibarıyla açıklığa kavuşmuştur. Buna rağmen Ceza Mahkemesi, otobüs üzerindeki fiili el koyma tedbirini devam ettirmiştir. Halbuki 5237 sayılı Kanun’un 54. maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki “suçta kullanılan eşyaların iyi niyetli üçüncü kişilere ait olduğunun anlaşılması durumunda müsadere edilmeyeceği” yönündeki hükmü gözeten Mahkeme 16.06.2011 tarihli kararıyla ilk hükmü tekrar ederek el konulan otobüsün müsaderesine yer olmadığına karar vermiştir. Ancak Ceza Mahkemesi bu tespite rağmen yine eşyayı hemen iade etmemiş, bunun yerine hüküm kesinleştiğinde eşyanın iadesine karar vermiştir.

Kamu makamları mülkiyet hakkına müdahale ederken Anayasa’nın 35. maddesi gereğince takip edilen kamu yararı amacını gerçekleştirmeye en uygun ve elverişli aracı seçmek durumundadır. Somut olayda, el konulan otobüsün trafik siciline şerh konulmasının mümkün olmasına rağmen bu otobüsün iyi niyetli üçüncü kişi konumundaki finansal kiralama Şirketi ile kiracısı olan başvurucuya ait olduğu anlaşıldıktan sonra dahi el koyma tedbirinin fiili olarak uygulanmasına devam edilmiştir. El konulan otobüsün fiilen alıkonulması yerine trafik siciline şerh konulmasının niçin yetersiz kaldığı ise derece mahkemelerinin kararlarından anlaşılamamaktadır. Ayrıca kamu makamlarınca, el koyma tedbirinin fiilen uygulanmasına devam edilmesini gerektirir makul ve haklı bir gerekçe de ortaya konulamamıştır. Nitekim kanun koyucunun asıl tercihinin de el koyma tedbirinin yalnızca aracın sicil kaydına şerh konularak uygulanması yönünde olduğu açıktır. Buna göre sadece istisnai durumlar ile sınırlı olarak el koyma tedbirinin fiilen de uygulanması öngörülmüştür. Olayda Ceza Mahkemesi ise 5607 sayılı Kanun’un 10. maddesinin (2) numaralı fıkrasındaki hükmü iyi niyetli üçüncü kişilerin eşyalarını da kapsar şekilde yorumlamış ve bu maddede belirtilen prosedürü de uygulamadığı halde 2 yıl 3 ay boyunca otobüsü başvurucuya iade etmemiştir. Başvurucunun açtığı tazminat davasında da yargılama makamları aynı katı yorumu devam ettirmiştir. İyi niyetli üçüncü kişiye ait olduğu tespit edilmekle müsaderesi gerekmediği halde yargılama sonuna kadar otobüse fiilen el konulmasının hukuka uygun olduğu ve bu gerekçeyle uğranılan zararın tazmininin gerekmediği yönündeki derece mahkemelerinin yorumu ise el koyma tedbiri nedeniyle uğranılan zararın kaçınılmaz olandan daha fazla olmasına yol açmıştır.

Sonuç olarak el konulan otobüsün müsadere edilemeyeceğinin anlaşılmasına ve başvurucunun finansal kiracısı olduğu otobüsün sicil kaydına şerh konulmak suretiyle daha az zarara yol açabilecek bir yolun da varlığına rağmen yargılama sonuna kadar otobüse fiilen alıkonulması şeklindeki müdahalenin ölçülülük anlamında gereklilik ölçütünü sağlamadığı anlaşılmaktadır. Bunun yanında el konulan otobüsün derece mahkemelerince iyi niyetli üçüncü kişi konumundaki finansal kiralama Şirketi ile kiracısı olan başvurucuya ait olduğu tespit edildiği ve ortada tedbirin devamını gerektirir makul ve haklı bir gerekçe de bulunmadığı halde el koyma tedbirinin fiili olarak uygulanmasına devam edilmesi ve iade hükmünün infazı kesinleşme şartına bağlanarak mülkiyetin kısıtlanma süresinin uzamasına neden olunması orantılı da değildir. Bu durumda tedbirin uygulanmasında meşru bir amacın mevcut olduğu ve bu alanda kamu makamlarının geniş bir takdir yetkisinin de bulunduğu kabul edilmekle birlikte somut olay bağlamında başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahaleyle başvurucuya şahsi olarak aşın ve orantısız bir külfet yüklenmiştir. Dolayısıyla başvurucunun mülkiyet hakkı ile kamu yararı arasında olması gereken adil dengenin başvurucu aleyhine bozulduğu sonucuna varılmıştır.”

Şeklinde değerlendirmede bulunarak, Başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.

Kanaatimiz

Bir koruma tedbiri olan el koyma bakımından özellikle ölçülülük ilkesi ve iyi niyetli üçüncü kişilerin durumunun değerlendirildiği bu kararın, hukuk uygulayıcıları bakımından oldukça faydalı olacağını düşünüyoruz. Zira; koruma tedbirleri ceza yargılamasında gerçeğin ortaya çıkarılması için bir araçtır ve bu araç da kişilerin mağduriyetine neden olacak şekilde keyfi olarak kullanılamaz. Bu bakımdan, Anayasa Mahkemesi kararının kanuna ve kanun koyucunun amacına uygun olduğu kanaatindeyiz.


İlginizi Çekebilir: Araçların Satış, Devir ve Tescil Hizmetleri.